5 Mayıs 2016 Perşembe

Nasıl olsa yine bir gün döneriz bu yollardan geri...*

Beyaz...

06/02/2016

Tren 7.45'te. Çantalarımızın son kontrollerini yapıyoruz; yolluk hazır, şarap yerinde. "Kahvaltı için sıcak poğaçalar çıkmış mıdır acaba?"  Bir koşu asansöre ve direk kahvaltıya hazırlanan restoran katına... Poğaça yok, lakin su böreği var. Fırındalar... "10 dakika sonra hazır." dedi genç usta. Biraz kuru pasta alalım. Bir kaç dilim ekmek alalım. Yumurta alalım. Bizim peynirler daha âlâ, geçelim. Eritme alalım. Bunları gravyer bilirdik eskiden di mi? Karper... Ne Fransız gelirdi sofralarımıza. Pek de zengin dururdu masada. Çok da lezzetliydi ama!.. Meğerse Kars'taymış fabrikası. Hoş bir çocukluk anısı. Benim Kars'ım.

Börekler hazır. Misss... Dışarısı ayaz. Dumanı üstünde. Kars Kalesi yine şahane. Sokaklar ıssız. Güneş saklı. Kattaki garson çok tatlı. Börekler dinlendi ve şimdi dilimleniyor. Görüntüleri muhteşem, peynirleri neredeyse krema. Hadi bakalım çantaya.   

"Ellerine sağlık ustam, muhteşemler."   

"Çok teşekkürler, her şey için."


Önce bir taksi bulmamız gerek. Resepsiyon yine eksik, standart taksici arandı; uzakta olduğu ve gelemeyeceği haberi alındı. Ötesi yok. Resepsiyonda kim olsa sonuç değişmiyor. Bu otelin bu hizmeti çok zayıf. Kristal'in öteki köşesinde bir taksi var. Gördüm. Mesafe yakın. Lobinin sıcağındayız ve camın ötesi buzul. Hava donmuş sanki. Zaman da... Işıklar hazır ve duman makinesinden bir sis gönderildi. "Motor," dedi yönetmen. Adımlarımız hızlı. Buzlardansa tık çıkmıyor.

Muzaffer Abi'nin tarihi dediği, Orhan Pamuk romanının kahramanlarından Yeşilyurt Lokantasının önünden bir kez daha geçiyoruz. Merakımız artık o bizim! Gizemini koruyor. Kristal'e takılıyor gözüm birden. Kapının iç tarafında, ışıksız mekandan dışarıya bakan kıpırtısız adam muhteşem. Göz göze geliyoruz. Bir sonraki sahne onun mu acaba?  Bir roman kahramanı bu. Bir sürü karakter geçiyor gözlerimin içinden. Bu çok özgün. Kesinlikle!

Hafızamdaki en uygun ile eşlemeye çalışıyorum. Taba rengi volanlı maksi paltosu, boğazlı gri kazağı, koyu kahve deri yeleği, deri çizmeleri ve de şapkası ile sabahın o saatini soğuğun yarattığı pusa bürünmüş havayla bir araya getirince muhteşem bir final karakteri.

"Bizden önce biri kapmasa taksiyi..." Endişeli ve hızlıyız. "Ohhhh çok şükür!" Kaptık. Şoföre bakınıyoruz. "Bir kahvede mi acaba?" Sol tarafta yok. Issızlık hükmünü devam ettiriyor. Kars henüz uykuda. Geldiğimiz yöne dönüyoruz. Uzun volanlı paltosunun kanatları yaratılan rüzgarla havalanıyor, sis bulutunun içinden çıkıyor. Başı göklerde yürüyor az önce camın arkasında hayal gibi duran adam. Binalar yaratılmış siste kayıplar. Bu Saga'nın erkeği! Malmö emniyetinden Saga'nın. Mimiksiz ama ifade yüklü çizgileri keskin bir yüz. Dik, uzun ve kararlı adımlar. Yere değmiyorlar. Tüm duvarları ve bedenleri delip geçen bir bakış. Yaşsız bir karakter. Zamansız da.. Muhtemeldir ki Lenin devrimi yaparken en yanında olanlardan biri. Hala aynı palto, aynı çizme ve aynı şapka. Proleter bıyıklarındaki sarkıtlar kadim.

"Günaydın."

"Günaydın."

"İstasyona gideceğiz.. ne kadar?"

"15 Lira."

İtirazımız yok. Bindik. Laf olsun diye sormuştum zaten.

"Yolculuk nereye?" "Samsun'a ama önce Ankara tabii ki." Abinin gözleri parladı, bir sıcak kapladı arabanın içini, kadim buzlar çözüldü. "Askerliğimi Samsun'da yaptım. Sahra Sıhhıye'de. İhtilal zamanıydı. Dışarı pek çıkamazdık." "Olsun manzara muhteşemdir ama. Özellikle Subay Gazinosundan. Bilir misin orası eskiden Amerikan radarıydı. O yüzden konforlu bir birliktir diğerlerine göre."

Aynı yaştayız ama abi kadim. Görevli geldiğimizde aynı mekanı aynı anda solumuşuz yıllar önce, ne tesadüf. O günkü görevde, üst rütbeli birine şahane bir kafa tutma hikayemiz var ki kaç kişiye ballandırdığım meçhul. Nöbetçi amiriydi binbaşı. Anlatmaya bayılırım da zaten çok uzayacak bu yazı. Abi binbaşısına tapıyor, üzmeyelim kendisini.


Sıcak uykulardaki caddelerden geçip istasyona varıyoruz. Abiyle vedalaştık. Güzel adam. İsmini sormadım. Cismi daha manalı çünkü. Epey vaktimiz var. Çantalar şurada dursun, ben gidip trenin bir fotosunu çekeyim. Motorlar çalışıyor, son kontroller yapılmış. Makinistler hazır, selamlaştık. Sabahın eşsiz soğuğunu hissederek karların kıtırtısı eşliğinde yürümek zevkli. Gar binası her ne kadar devlete iş yapan mütahit anlayışının ürünü olsa da artık kabulümüz. O halde de seviyoruz kendisini.  Günaydınlaşıyoruz demiryolcularla. İbrahim abi, kondüktörümüz, henüz tanışmadım. Trene giderken "Hadi." demiş, el atmış çantalarımıza, taşımışlar birlikte en bayıldığım yol arkadaşımla. Oysa ben onu bizim vagonun önünde sigarasını tüttürürken gördüğümde hamle yapmıştım çantaların olduğu yere. Göremeyince çantaları, üzülmüştüm tek başına taşıdı diye. Rahatlıyorum. Serkisoff kardeşliği! Zincirinin ucu deri yeleğinin üst düğmesinde takılı, yeleğinin sağ cebine yerleştirdiği Serkisoff'unu mesleki onuru olarak gururla taşıyan Kahraman dedem. Demir yolu aşkımın, her biri altın masallar niteliğindeki yolculuklarımın baş kahramanı adam. Küçük Ağa. Rahat uyu.


Hoşça kalın kornası çaldı, usulca kımıldadı tren. Gittikçe hızlanırken akıyor Kars'ın veda görüntüleri. Her şehirde olduğu gibi; inşaat.. inşaat.. inşaat... Yeni kalkınma göstergemiz. Rabbim sonumuzu hayır etsin. Çabuk bitiyor şehir. Artık alabildiğine beyaz. Uzak köyler, donmuş su havzaları, ağaçlar ve muhteşem gökyüzü. Düzlükler.. düzlükler...


Tam da burada, gelirken başımıza gelen bir şeyden söz etmem gerek. Yazmazsam tarih şapşallığımı affetmez. Kompartımanın kapısını açık bırakıyorum ben. "Cam kenarı feda olsun." demişim bir kere. İki yanı da görebiliyorum öte yandan. Aslında fotoğraf için avantajlı bir durum. Bir ara, Erzincan'a gelirken ve nispeten daha ova bir noktada, trenin sağ tarafında müthiş bir kar fırtınası olduğunu görüyorum. Belli bir noktadan sonra başladı. Uçuşan karlar muhteşem. Gelin görün ki sol tarafta tık yok. Güneş pırıl pırıl. Hava berrak.. hava sakin. Görüş alanı alabildiğine. Tren sanki hattı belirlemiş. Olağanüstü bir doğa olayına tanıklık ediyorum. Yalnız değilim ama. İki yanı aynı anda fotoğraflamaya çalışıyorum. Başarmak zor. İki foto ile kolaj yapmak mümkün. Yazıya koyacağım. Bunun heyecanı süper. Havam batsın.


Sonra uyanıyorum. Ampul birden yanıyor. Kars'a vardığımızda hala uyanmayanlar var. Muhteşem bir doğa olayının tanığıydılar! Trenin bir yanında şahane bir kar fırtınası varken diğer yanında güneş ve sakin bir hava. Sadece bizim çocukları uyandırdım, Ani Çıldır güzergahında konuyu açtıkları zaman. Lokomotifin önündeki küreyiciden savrulan karlardı bunlar. Rüzgar tersteydi ve trenin sağına nasip olmuştu bu yapay fırtına. Çok güzeldi ama! Çoooooookkk.


Güzergah insanları güzel. İçli dışlılar trenle. Mesela bu abi; göz göze geldik bir an. Fotoğraf çekiyorum o ara. "Ben ben.." diye muzipçe vurdu bağrına, anlaştık. Çektim pozunu. Gülüştük. El sallaştık. Şahaneydi.


Yazının devamı...

Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.

*Başlık ve üç yazıda kullanılan, Beyaz... Uykusuz... Uzakta... Cemal Süreya'nın Kars adlı şiirindendir.

Fotoğraflar Nikon L23 ile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP