30 Haziran 2009 Salı

Alt Yazı...Yolculuk


İnsan bir bedenle sevişebilir ama ancak “yüz” le ilişki kurabilir. Okşamak bile okşadığımız şeyi “yüz” kılma çabasıdır.

E. Levinas

Foto:bizim bahçenin ''tesadüfleri''

21 Haziran 2009 Pazar

Şehrim...


Kadıköy vapur iskelesi gişe önünde 30 lu yaşlarda bir bayan ve bir erkeğin konuğu olduğum kısa diyalogları:

- İnsanımızın sosyokültürel düzeyi oldukça düşük.

-- Evet, daha çok kitapevi daha çok tiyatro daha çok program şart…

- Toplum olarak bunlara eğilimimiz az, katılım az, potansiyel az...

-- Daha çok kitap, daha çok afiş, daha çok dergi, daha çok program gerek.

- Evet aslında!


Kapılar açılıyor, her zamanki gibi bir hücum hali vapura...

Yaklaşık 20 25 dakikalık bir deniz yolcuğu ve otobüs aradığım yollar; bulup otobüsünü dayanılmaz bir trafik haliyle 2 saat süren otobüs yolculuğum.



Karşıdayım.

Burası Esenler.

Kuzenlerimden birinin kaldığı ve zor bir hal bulabildiğim evi.

Benim maksadım sürpriz yapmak.



Evi buluyorum…

O çok bir birine benzeyen sokaklardan birinin içinde, kendisine inat en az 5 ya da 6 kat yükselen binalar altında, biraz mahcup iki katlı bir bina.

Kuzenim evde yok.

Dışarıda hanımlar oturuyorlar ve etraflarında çocukları var.

Sokak varoş.

Kuzeni arıyorum 1 saate geleceğini söylüyor.

Oturan kadınlardan biri: -İstersen diyor bizde oturabilirsin.



Siz?



Bina iki katlı değil.

Bizim bodrum dediğimiz ve dışarıya yalnızca kapısı bakan ve yerin dibine gömük penceresi bile olmayan bir ev. Orası ev değil bir virane…

Duvarlar dökük,sıvaları taşmış, çok karanlık, bir su baskını içinde hemen helak olacakmışçasına bakıyor ev…



Girmek zorundayım,

eve girmek istiyorum,

dışarıda da bekleyebilirim ama bu hali görmek istiyorum.



Kadın beni içeri davet ediyor.

Kadın hamile!

İçeride, beşikte bir bebek daha var.

Biraz bekledikten sonra dışarıda oynamakta olan 3 çocukta eve giriyor.

Soruyorum; ''Bunlar da senin mi?'' diye, ''evet'' diyor…

Yaşını soruyorum.

28 diyor.



Karanlıktayım, hol gibi bir yeri zayıf bir ampul aydınlatıyor.

Oturduğum yerde bir kanepe var, bir duvarda bir evlilik fotoğrafı, bir sehpa, ikide minder var; yerler beton, betonu kapatan bir halı.



Çocuklar acıkıyor.

Baba bekleniyor.

Babanın gelmesine saatler var.

Bir piknik tüpünde bir şeyler kaynıyor.

Hava kararıyor, ama ekmek yok.



İçimde bir yerler acıyor.

Çıkıp dışarı ekmek alıyorum.

Çocukları çok ufak, ellerine ıvır zıvır bir şeyler tutuşturuyorum kapıdan.



Kuzen görünüyor sokaktan...

20 Haziran 2009 Cumartesi

Cennet ...HEAVEN


Koku ve Koş Lola Koş filmleriyle keşfettiğim Tom Tykwer, pek bilinmeyen bu filminde, doğal ışığı kendine has ve farklı bir uslupla kullanıyor. Filme fon yaptığı manzaraları, mekanları, karakterleri bir tablo ya da fotoğraf lezzetinde parlatarak perdeye yansıtırken; onları filmin oyuncusuymuşlar gibi kullanıyor. Görselliği anlamında benim için çok özel bu film: Bu lezzetli görselliğe, bir aşık olma, aşık olunana ve inanılana sonuna kadar yardım etme öyküsünü yerleştiriyor.

Uyuşturucu dünyasının karanlık ilişkileri ve sonuçlarını, yönetim erkinin yeraltıyla bağlantılarını sorgularken; iyi, kötü, arkadaş, dost olma hallerinin yaşamdaki yerlerini de, zekice, nefes nefese sürprizlerle dolu bir polisiye halinde sunuyor.

Sinemada çeşitliliği, farklı ses veren yönetmenleri sevenlerin izlenecekler listesinde mutlaka yer alması gereken bu film: Hafta sonu evde sinema keyfi için, çok ama çok hoş bir seçim olabilir... Seveceğiniz konusunda şüpheniz olmasın:)

19 Haziran 2009 Cuma

Ünlü ve ''Farklı'' Kadının ''Seksi'' Fotoğrafları Üzerine... Salladım Gitti.


Ayşe Arman'ın Hello dergisi için çektirdiği fotoğraflar gazetede yayınlandığından beri üzerine düşünmekteyim. Zaman zaman yazılarını okumaktan zevk aldığım yazara, kendine yönelik anlatılarından da yola çıkarak baktığımda, bir sürü yargı oluştu kafamda... Aslında olayı Ayşe Arman özelinden ziyade, benzer durumdayken bu isteği hayata geçirecek her kadın ya da erkek açısından sorgulamak istiyorum.

Başa, yani Ayşe Arman özeline dönersem eğer; kendi yazısında da ifade ettiği gibi, sevgilisine yani kocasına soruyor bu isteğini... O da, ''Ben senin baban değilim ki, neden benden izin alacaksın.'' diye bir yanıt veriyor. Kendi düşünsel analizlerimi tümüyle sergilemeden önce, baktığım resimlerin bende yarattığı etkiden söz edeyim: Eğer bu resimler Ayşe Arman değil de herhangi birine ait olsaydı, eminim ki daha farklı bir gözle bakardım ve bende yarattığı etki ile ilgili olarak farklı yorumlar koyabilirdim ortaya. Resimlere o kadar düz baktığımı fark ettim ki ve hiçbirine ikince kez dönüp bakma ihtiyacı hissetmedim. Nasıl olmuş ki merakıydı beni resimlere yönelten...

Sonra bu resimleri çektirme arzusunu yadırgamadığımı hatta anladığımı fark ettim; ama bu fark edişin çok önemli nüansları da vardı; bana ve her farklı kişiye özel...

Biliyorum ki, ya da tahmin ediyorum ki kadın erkek ayırmaksızın bir çoğumuzda bu tür fotoğraflar çekme ya da çektirme arzusu var. Belki bir çoğumuz kendi mahremlerimizde bunu yapıyoruz. Ama bu olaydan yola çıktığımda, hiç de ahlaksal yargılama içermeyen bir bakışla düşüncelerimi dökmem gerekirse.. ya da şöyle söylim: Toplumun var olan, doğru yanlış ama bir gerçeklik hali olarak ortada duran değerleri, değerlendirmeleri ve bakış açılarından yola çıkarak bir analiz yapmaya kalkarsam, epey bir sonuç çıkardığımı fark ediyorum.

Olayın öznesinden bakarsam; burada, bu fotoğrafları çektirme niyetinin kökeninde, onları sadece fotoğraf olarak görüp haz almanın ötesinde.. ben, kendi kararlarını alan, bunu açığa koyan ve bu açığa koyma halinden asla çekinmeyen biriyim tavrının göze sokulması, kanıtlanması var sanki. Aynı zamanda, bu hali karşısındaki erkeğe onaylatabilen duruşunun ve gücünün testini yapıp, hazzını yaşama duygusu da var gibi. Bir bireyin, tüm bu etki alanlarını fark edip test etmesini, gücüne güç katmasını ve bunu duyumsama arzusunu anlayabiliyorum. Zaten bir insan hali olarak, benim için olumsuzluk arz eden bir yanı da yok. Ama bu marjinal duruştan, kimsenin yapamadığını ama düşündüğünü yapma halinin göze sokulması hissini almam, o resimlerdeki samimiyeti azaltıyor.

O resimleri, bu sabah gördüğüm, yatak ucundaki pencereden içeri dolan sabah tazeliği ışıklarının üzerine yansıdığı yatağa yüzüstü yatmış, üst tarafını göremediğim ama kalçasının sol yanından aşağı doğru uzanmış ve dizden yukarı kaldırılmış kot pantolonlu bacağın, ayakkabılı ve sanki az sonra gideceği işi için hazırlanmış bir kadın hâli yansıtan fotoğrafının aklıma çizdirdiklerinden bakarak, ikisini kıyasladığımda; söz konusu olan erotizmse (eşiyle yaptığı konuşmada yer alan, eşinin: ''Seks fotoğrafları değil seksi fotoğraflar olsun'' ifadesi bunu destekliyor) ya da resimlerin bu anlamda çağrıştırdıklarıysa.. ikinci fotoğrafla ilgili çok ama çok şey yazabileceğimi biliyorum, seziyorum. Hatta öyle düşünüyorum. Dolayısıyla Ayşe Arman fotoğraflarının altındaki niyet, doğal olan ve bilinmeyenin göz önüne gelme halinin lezzetini yaşatmıyor.

Sonra şuradan bakıyorum birde olaya: Bir adam karısının ya da sevgilisinin bütün geçmiş yaşanmışlıklarını ve değerlerini, marjinal başkaldırı ve kafa tutmalarını bilip görüp, kabul edip onunla mutlu olabilir ve bu çok da normaldir. Ama yine bende oluşan kanaatten yola çıkarak baktığımda: O adam ve benzerlerinin bu süreci hiç içlerinde sızı duymadan, kafalarında olumsuz ve mutsuz duygular dolaştırmadan yaşayabileceklerini sanmıyorum. Elbette tüm bunların dışında gözlerle bakabilecek insanlar vardır. Ama gerçekten seven ve o kadını karısı ya da sevgilisi yapmış bir erkeğin: O fotoğrafların bir profesyonel tarafından çekilmesini, tüm o çekim evrelerini ve o fotoğrafları bir şekilde elden geçiren tüm insanları göz önüne aldığında ve yine bundan böyle gittiği her yerde karşılaştığı her erkekte oluşacak düşüncelerin kaygısından ve rahatsızlığından uzakta bir yerde durabileceğini sanmıyorum. Çünkü erkeklerin dünyasını yine en iyi erkekler biliyor.

Bir kadının geçmişini ve düşüncelerini kabul etmekle, birlikte yaşarken ki süreçte yaşananları kabul edebilmek arasında bir fark olduğunu düşünüyorum. Bunun doğruluğunu yanlışlığını tartışmıyorum. Ama ne kadar özgürüz desek de her birimiz bir şekilde toplumsal değer yargılarının tümünden harmanlanmış insanlarız. Evlilik ya da sevgililik, sonuçta iki insanın ben halleriyle içine girdikleri ve biz oldukları bir evre. Kendince aidiyetleri olan, her türlü karşılıklı kabul edişlere rağmen evlilik, ötekini rahatsız edecek davranışlardan vazgeçişleri de içinde barındıran bir hâldir diye düşünüyorum. Burada, yani yazıya konu halde, kadın kendi kararlarını uygularken aslında bilinç altını bildiği birinin hissedeceklerine karşı da gelebilmenin; o adamın  kabul edemezlikle edebilirlik arasında kalmış haliyle oynaşmanın, ve ona kendi baskın halini göstermenin arzusunun ve sonuçlarının keyfini yaşadığı duygusunu da alıyorum. Sonuç itibariyle bu fotoğraflar, öncelikle bir bireysel tatminin, kendini gösterme gücünü tatmanın ve bunun keyfini çıkarmanın fotoğrafları bence... Ben öyle sanıyorum ya da.

Bu marjinal duruşun, kimsenin yapamadığını ama düşündüğünü yapma halinin göze sokulması, o resimlerdeki samimiyeti azaltıyor ve bende, benzer fotoğraflara bakmanın lezzetini yaratmıyor. Yoksa kadın ve fotoğraflar güzel; ama erotik bir lezzette değil. Kanımca.

Fotoğraf: Hürriyet.com.tr

18 Haziran 2009 Perşembe

Altyazı...Düş-ün-me(k)...


Hayat nedir diye sorarsan, bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum.

Haraptarlı Nafi

Resim:1964 doğumlu ve Moskova'lı sanatçı Anton Arkhipov'un Blues Alfresco adlı eseridir.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP